Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

post-it günlüğü

Ben dün gece parmak uçlarımla öpüşüp yatağıma birşeyler doğurdum. Saçlarım sırtımla öpüşüp boynuma birşeyler doğurdu. İki iklimlik yağdı iindi vakti birinden yaşı anladım, ötekinden teri. Çocuğu hazzın. İnsanlar ne hissettiklerini söyleyebilmeli. Gerçekte nasıl hissettiklerini. Yabancı birinin ağzına yapıştırdıklarını değil. Onlar için hiçbir anlam ifade etmeyen "Aşk" gibi sözcükleri değil.

insomnia(c) - kısa film

Afiş tasarım: Aytaç Gümüşçü İzlemek için:  http://vimeo.com/24747775

Münafık trajedi

... ...tüm bu olanlardan sonra eğlenmek için dışarıya çıkan bir gencin, geç vakitte dilenciler tarafından dövülerek öldürüldüğünü yazacaktı gazeteler sayfalarca. Günlerce o gencin başına gelen bu gerizekalı durumu düşünecektin ve o soğuk gecede yaşayabileceklerini hayal edecektin başını yastığına her koyduğunda. Sorgulayacaktın “ Ölüm bu kadar basit olabilir mi?” diye. Sağır ve dilsiz cevapların olacaktı muhakkak. Lakin tüm bu olup bitenler sadece erken boşalmanı geciktirmek için aklına getirdiğin salakça şeylerden biri olup çıkacaktı bi süre sonra. Kendi hikayeni önemseyecektin yalnızca ve bu bencilliğin seni mutlu edecekti... ...

Portakal

Heyecanını hala ilk günkü gibi hatırladığım ilk kısa filmim. Ve en sevdiğim... Yollar aynı adımlar aynı ama hırpaşlanmış benliklerimiz. Sen ve ben farklıyız artık. Ne kaldı ki geriye, merakım boş umutlar çerçevesinde ruhlarımızın ve bedenlerimizin doygunluğunda bu süreçte bitmiyor mu ilişkimiz yavaş yavaş? Fazla konuşamadık o gün telefonda. Sadece "Nerdesin?" diye sorabildim. "Kütüphanedeyim" dedi ve sustu. "İnsanların içinde rahat olamam biliyorsun. İstemiyorum gelmiycem kütüphaneye dışarıda bekliyorum seni" dedim ve kapattım telefonu. Portakal diyordu ya yazar. Ayrıldığımızda bizde işte o portakal gibi olacağız ikiye bölünmüş, akan suyu gözyaşımız olacak yanaklarımızı yakacak,

Ergen tavsiye

yarın gidin ve kendinize güzel bi kitap alın yada siktir edin şimdi kitabı, güzel bi albüm daha iyi gelecektir şu ruh halinize lakin.. vazgeçtim, albümde almayın.  grooveshark’ta playlist falan yapmak en iyisi ama bu sabah kesinlikle erken kalkmayın bugün sizin gününüz, en az 11, bilemedin 12’e kadar uyuyun kalkınca demli bir çayın koyun ve kahvaltı hazırlayın yumurtalı sucuk değil sucuklu yumurta yapın ardından sadece kendiniz oturun masaya uzun süredir aramadığınız arkadaşınızı aray… neyse siktir edin şimdi arkadaşı eski sevgilinizi arayın kahvaltıdan sonra, havadan sudan konuşun ama sakın sen gittikten sonra çok kötü oldum, seni özledim gibi sözler sakın söylemeyin telefonu kapatınca kızın yeni sevgilisinin yedi

Donuk bakış, birazda mutsuz..

"Senle gelecek planları yapasım var" dedim. "E yaaaaaapp" dedi.  O gün yaptığım tek plan bi daha plan yapmamak oldu.    Başkalarının bozduğu ve yırtık bir fanzin kağıdında yazıya döktüğü genç kız düşlerinde kendimize yeni hayatlar kuruyo oluşumuz kadar güzel başka birşey varsa oda şu an senin yanında uyuma isteğimdir.

Şehir bu gün insan yiyip, dram kusuyordu

Uzun Mavi Pall Mall sigara kokuyorsa parmak uçların, hiç şansın yok demektir. Ben dram sevmem. Babam ve Oğlum’u beş defa hiç izlemedim. Issız Adam filminde Alper’in Ada’nın tokasını o gittikten aylar sonra lavabo aynasının önünde bulduğu sahnede bütün sinema salonunun aksine ben hiç ağlamadım. Bi kızın sokakta ağladığını gördüğümde, sevgilisinin çektiği üzüntüleri hayal edip, kızın yüzüne bile bakmadan oradan geçip gittim. Kızların her ay çektiği regl ağrısına şımarıklık deyip, elinde kaşık ve  nutella kavanozuyla gezmelerine sinir oldum. Belki de olmadım… Ama bugün bunların hepsini yapabileceğimi hissettim.

ve sevindim..

Biri bana dokunsun. Ağlamak istiyorum! Adliyenin sessiz koridorlarında dilimde binbeşyüzüncüsünü okuduğum dua ile adımlıyorum. Görüş alanımdan hiç çıkmayan ağır ceza mahkemesinin bilmem kaçıncı duruşma salonunun şatafatlı kapı kolu duruşma süresince sadece iki defa aşağı yukarı hareket etti. Telefonda önemli birşey konuşmadığı her halinden belli olan ve nedense uzun uzadıya konuşup ardından tekrar içeri giren polis memurundan sonra bir kez daha açıldı ihtişamlı kapı. İkinci kez açılmasıyla ilk kapanışı arasında geçen bir buçuk saatin ardından, duruşmanın tanık ve davacıları çıktı birer birer. O süre zarfında tek başıma dolaştığım koridorlar birden insacıklarla(!) doldu. Sessizlikten dolayı uyuşmuş olan duyu organlarım salondan çıkanların yüzünden duruşma sonucunu öğrenmeye çalışadursun, insancıklardan birisi gülümseyerek yaklaştı bana ve ” sevinebilrsin cocuğum” dedi. ve sevindim.. 10 Ağustos 09

Ben öldüm

Nedir bu etrafımdaki insanların telaşı?Nereye gidiyoruz ? Hem ben neden bu biçimsiz kıyafeti giydim..? Tamam beyazı severim, ama… Telefonum nerde? Sevgilimden mesaj gelmiştir belki. Hadi ama bırakın şakayı.İndirin beni yere! Tamam! Tamam biliyorum. Ben öldüm. Saydam bir kutunun içindeyim. Buna tabut diyorlar. Yani diyoruz! E tabi artık sizden değilim. Sahi ya ben gideceğim yerde neyce konuşacağım. Gi-de-ce-ğim yer. Hmmmm  neresi orası peki? Cennet?Yok artık! Onca günah işledim! Peki cehennem? O da çok ağır olur be! Böyle ara bi form vardır belki. Terleyince cennete kaçarım falan. “Kim kendisini öldürürse, cehennem ateşinde kendisine onunla azap edilir” Dün sabah 9 sıraları verdim kararımı ben. Beni boğan düşüncelerden , el alem ne der korkusundan kurtulmanın, tüm olanlardan uzaklaşmanın en kolay yoluydu belki de. Beynimin ve sindirim sistemimin oksakarbazepin’e karşı vereceği yanıtı düşünürken bir avucu gözlerimi kapatır kapatmaz ağzıma soktum, tadına bile bakmadan mideme indirdim.

Baş parmağımda ki misket boşluğu

Hey çocuk!! Çocukluğu sokaklarda oyun oyanayarak geçmiş şanslı insanlardanım. Baş parmağımda ki misket boşluğu da sanırım bundan. Hala evin hiç bilmediğim bir köşesinde biriktirilmiş sporcu kağıtları tek tanığı o günlerin. Akşam ezanı okunduğunda babam camdan ismimi haykırana dek cami bahçesinde maç yaptığım gün ise dün gibi. Gerektiğinde 1 tane misket , 3 tane taso için günlerce küser, kavga ederdim arkadaşlarım dediğim mahalledeki çocuklarla. Komşunun erikleri daha pirinç tanesi kadarken gizlice toplar kaçardık. Bunun mahalle dilindeki anlamı eriklere dalmaktı . Sonra yine aynı komşunun kümesteki tavukları, boncuklu tabancalarımıza hedef olurdu. Kıçına ve kafasına yediği boncuklarla kümes içinde ordan oraya kaçışan tavuklara baktıkça eğlenirdik. Mahalle maçları olurdu ve o maçları iki mahallenin kızlarıda izlemeye gelirdi. Mahalle kavgaları tamda bu ortamlarda çıkardı. Çünkü kızlar daha o yaşta erkeklerin bir numaralı kavga sebebiydi. Bence gole giderken çelme yiyen 12 yaşında

Rüya'da aşka susamak nedir?

Dünya biz varız diye dönüyo olmasın sakın? "Bir gün bir rüya gördüm . İçinde güzel bi kız vardı. Onun gibi bi kız. Rüyaa gibi." dedim. "Yüzümü gülümsettiğin her anın ardından bu rüyadan uyanmamayı diliycem" dedi tam gözlerimin içine bakarak. Sonra "Yüzünü gülümsetmek tek isteğim olsun isterim belki. Belki sende istersin. Kimbilir belki de dünya biz gülümseyelim diye vardır en başından beri. Ve yine kimbilir dünya şimdiye dek bile bile uzak tutmuştur seni benden. "Herşeyde var bi hayır" demişti kapitalist kahin . Doğruydu belki de..

Yavşak cümleler kurdum

Bazı insanların dünyayla teması akılla mantıkla olurken, bazılarının ki duyguları ile oluyor. Akıl mantık çerçevesinde olaylar incelendiğinde bi neden-sonuç ilişkisi beklemek kaçınılmaz. Ama bir insanla sevişmek istemenin mantıksal tek açıklaması yoktur. Tıpkı kışın sıcak tutsun diye içimize giydiğimiz ince içliklerin de mantıktan ibaret olduğunu bildiğimiz gibi. Kalbin üşümesin diye içlik giymeyeceğin gibi, kalbin üşüsün diye çırılçıplak sokakta dolaşmayacaksın. Olay aslında bundan ibaret. -merhaba -aaa hoş geldin. lütfen içeri gir. Kusura bakma şaşırdım biraz. -beklemiyordun değil mi? -beklemiyordum evet.. hem .. hem daha 2 gün önce seni aramamam gerektiğini söylemedin mi bana. neyse tamam… hayır fazla umudum yoktu, ama beklemiyordum çok sevindim. Bu arada montunu çıkar, sıcaklayacaksın birazdan. -açıkcası bir türlü karar veremiyordum.seni çaresiz bırakmakta istemiyordum. -ne söyleyeceğimi bilemiyorum.

Merhaba, ben o sakalları çıkan çocuğum

Güzel kız 10 yıl falan önce çok sevdiğim eski evime taşınan, çat kapı göt kadar boyumla kapısına gidip “Burası bizim evimizdi. Hoşgeldin.” diyip ilk misafiri olduğum eski öğretmen yan komşum taşındı bugün. O fotoğraftaki terlikler, ayağıma üç numara küçük geliyor şimdi. O evin üstüne iki ev değiştirdik. Küçükken düşüp dizlerimi yardığım kapının önünde şimdi dudağımda ruj ve elimde sigarayla gidiyorum, ha tabi bir de sigara. Yazmayı öğrendiğimden beri evin her yerine yapıştırdığım uyarılar çöpe atılalı yıllar oldu. Mesela babamı sevmiyorum uzun bir süredir. Yukarıdaki çocuk çok severdi, bilmiyordu çünkü. Yukarıdaki çocuk yine salaktı, iki tane “manita”sı vardı. Zaman geçti, o çocuk büyüdü. Manitasının sakalları çıktı, geçmişe bakıp güldüler sonra o salak çocuklara. Her şey değişti, değişiyor, değişecek. Otobüste yer verdiğim teyze olacağım bir gün de. Torunlarıma taktik vermeye çalışacağım, hiçbir işe yaramayacak beş yüz yıl öncesinin taktikleri, ama ne bileyim; öpecekler falan bel

Masumiyet Müzesi

Orhan Pamuk - Masumiyet Müzesi Kitap yüzünden depresyona gireceğim yemin ediyorum. Belkide çoktan girdim haberim yok! Öncelikle kitabı okumamış olupta, okumayı düşünenlerdenseniz bu yazının devamını okumayın. Kitabı başka birinden falanda dinlemeden gidin,alın ve okuyun. Bu roman 1975’te bir bahar günü başlayıp günümüze kadar gelen İstanbullu "zengin" çocuğu Kemal ile uzak ve yoksul akrabası Füsun’un hikayesidir. Buraya kadar ki kısım kitabın arkasında zaten yazıyor. Kısaca özetini şu şekilde yapmaya çalışayım Romandaki kahramanımızın adı Kemal Basmacı. Yurt dışında eğitim almış, askerliğini bitirmiş, Satsat isminde ki şirketin genel müdürüdür. Bir de kardeşi var: Osman. Basmacı ailesi üç kuşaktan beri tekstil işiyle uğraşan zengin bir aile. Nişantaşı’nda ikamet etmekteler ve İstanbul cemiyet hayatında tanınan, bilinen bir aile. Kemal, yurt dışında eğitim almış, akıllı ve bir o kadarda güzel bir kız olan, Sibel(yazarın anlattığına göre on numara bi hatun gö

Saat 4:23'tü

Gözlerim sevdiğim kadının belki binlerce kez öpmekten yorulmadığım,  bıkmadığım, her tadışımda farklı duygularla aklımı başımdan alan dudaklarına kaydığında  saat sabaha karşı 4:23’tü.  Üzerinden yarım kelebek ömrü geçtiğinde ise artık boynunda can vermek için çok geçti. Herşey çoktan bencilliğin yavşak rahatlığına kavuşmuş ve yok olmuştu..

insomania(c)

Yakın çağ kahinlerinden biri, bi gün beni birinin arayacağını ve bana kendimin ölüm haberini vereceğini söylediğinde çok gülmüştüm. 2 yıl önceydi. Küçük Park’ın ara sokaklarında ki bi kafe’nin sigortalı falcısı girişte sağdaki masada içerken çok zorlandığım kahvemin fincanına uzun uzun baktıktan sonra bunları söylemişti. O günden kaç gün sonra kadının bu söylediklerini unuttuğumu hatırlamıyorum. Ama bu gün telefonda ki erkek sesi tam da falcının söylediği şeyleri söylüyordu. -Bay Samsa sizi bir ölüm haberi vermek için rahatsız ettim. İsminiz şehrin en güzel caddesinin sağdan ikinci sokağının ıslak kaldırımında ölü bulundu. Ekipler sizi bulduğunda bir elinizde yarısı dolu şarap şişesi, diğer elinizde de sıkıca tuttuğunuz bir saç tokası varmış. O siyah saç tokası neyin nesi bay Samsa? Hem bu ayazda üzerinizde tek gömlekle sabaha karşı dışarıda ne işiniz vardı? -Üzgünüm beyefendi birazdan uyanmam gerekecek ve aradığınız kişi ben olmak istemiyorum, yanlış numara…  dedim ve 

sonra istiklalin dudağını öperim

otobüs yolculuğunda herkes uyurken uyumam ben. karanlık holde yanan küçük spot ışıklarını sayarım. dışarıya bakarım. sonra şöför uyursa kaç kişinin ölebileceğini düşünürüm. aslında kendimi düşünürüm daha çok. içimdekileri düşünürüm sonra dışa vuramadığım içimdekileri düşünürüm. sonra dışa vurduğum saçmalıkları düşünür üzülürüm. yaptıklarım, yapmak istediklerim, yapmak isteyipte yapamadıklarım. sonra istiklal gelir hatrıma. beline sarılıp sarhoş sarhoş arşınlarım hayalimde. bağıra bağıra taksime çıkarken “acaba ne konuştuğumuzu yanımızdan geçenler duyuyor muydu” kaygısını taşırım. sonra kokoreç yerim. sonra istiklalin dudağını öperim. sonra boynunu.. sonra yanağını.. sonra… çok sonra istiklal vücut olur, ben sarhoş halde üzerinde gider gelirim. istiklal ne güzelsin be. istiklal sen ne terbiyesizsin be? en önemliside iyiki varsın be. midem bulanıyor, yapcak bi’şey yok.fuck..Ekim2010

bencillik güzeldir

...oysa dedim hikayeleri çok severim ben, hem daha en güzelini yazmadım bile... Öylece bakıyor ve kalkmaya hazırlanıyordu. Üzme beni nolur hadi yatmaya devam et kollarımda, istediğimde saçlarına dokunmak özgürlüğüm olsun bedeninde. Mahkumiyetim tescillensin çok sonra ve artık boynundan başlayıp tüm vücuduna yazabileceğim hikayemi küçük insanlar da duyabilsin. İki büyük insanın hikayesini... Uyu sen... Bencillik güzeldir lakin güneşin doğuşunu bir ele sımsıkı tutunarak izlemek gibiside yoktur..

Hoşçakal Şehir

Uyku üzerimde ters yatmış fahişe sıcaklığında. Pis elleri ve koca bedeni…  Yorgun vücudum çelimsiz, körpe..  Yavaşça ıslanıyor kasıklarım.  Belli belirsiz karanlık çöküyor dünyama ve sıcaklığını hissediyorum.  Ben uyanmadan batacak güneşe hasretle… Hoşçakal Şehir

Sessiz hikaye

Çıplak ayakları ile yürürken toprağın 5 karış altında keyiflenmiycek misin oğlum? Geniş bahçeeye açılan kapının önündeki sofada sabaha karşı uyandığımda çıplak bedenimin ateş gibi yandığını hissediyordum lakin üzerimde ne bir giyecek elbise ne de örtünebileceğim örtü vardı. Gece tüm ağırlığıyla üzerimdeydi ve beni hala bu düşünce sıcak tutuyordu. Ve sen dün gece yanımda başladığın ve sabaha karşı bitirdiğin hikayeni sırtımdan omuzlarıma doğru yazıp bitirmiştin bile. — Siz kızlar bazen öylesine yaptığımız şeylere dahi doğa üstü anlamlar yüklüyorsunuz. Ama bu biz erkeklerin fecii hoşuna gidiyor.

BOK oluyorsun

Sahip olduğumuz herşey zamanla bize sahip oluyorlar. İstemediğin bir hayatta rol kesmek zorunda kalıyorsun. Sahte orgazm sesleri çıkarıyor, çift banyolu evinde göğüslerin sarktığında kocanı beklemek zorunda kalıyor, seni hiç sevmeyecek olan çocuklar dünyaya getiriyorsun. En sonunda da ölüyorsun. Toprak seni sana çeviriyor. BOK oluyorsun. hepimiz gibi

Başlıyorum

Bu blog,insomniac zamanlarımın "inso-manyak"  profilini oluşturdu. Kimseye bir şey anlatma ya da öğretme diye bir amacı benimsemeden an-ı ve anı paylaşmaktır tek gayem. "…ve sizin o çok sevdiğiniz bazı sözlerimi ben götümden uydurdum." Başlıyorum.