Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Nisan, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

ve sevindim..

Biri bana dokunsun. Ağlamak istiyorum! Adliyenin sessiz koridorlarında dilimde binbeşyüzüncüsünü okuduğum dua ile adımlıyorum. Görüş alanımdan hiç çıkmayan ağır ceza mahkemesinin bilmem kaçıncı duruşma salonunun şatafatlı kapı kolu duruşma süresince sadece iki defa aşağı yukarı hareket etti. Telefonda önemli birşey konuşmadığı her halinden belli olan ve nedense uzun uzadıya konuşup ardından tekrar içeri giren polis memurundan sonra bir kez daha açıldı ihtişamlı kapı. İkinci kez açılmasıyla ilk kapanışı arasında geçen bir buçuk saatin ardından, duruşmanın tanık ve davacıları çıktı birer birer. O süre zarfında tek başıma dolaştığım koridorlar birden insacıklarla(!) doldu. Sessizlikten dolayı uyuşmuş olan duyu organlarım salondan çıkanların yüzünden duruşma sonucunu öğrenmeye çalışadursun, insancıklardan birisi gülümseyerek yaklaştı bana ve ” sevinebilrsin cocuğum” dedi. ve sevindim.. 10 Ağustos 09

Ben öldüm

Nedir bu etrafımdaki insanların telaşı?Nereye gidiyoruz ? Hem ben neden bu biçimsiz kıyafeti giydim..? Tamam beyazı severim, ama… Telefonum nerde? Sevgilimden mesaj gelmiştir belki. Hadi ama bırakın şakayı.İndirin beni yere! Tamam! Tamam biliyorum. Ben öldüm. Saydam bir kutunun içindeyim. Buna tabut diyorlar. Yani diyoruz! E tabi artık sizden değilim. Sahi ya ben gideceğim yerde neyce konuşacağım. Gi-de-ce-ğim yer. Hmmmm  neresi orası peki? Cennet?Yok artık! Onca günah işledim! Peki cehennem? O da çok ağır olur be! Böyle ara bi form vardır belki. Terleyince cennete kaçarım falan. “Kim kendisini öldürürse, cehennem ateşinde kendisine onunla azap edilir” Dün sabah 9 sıraları verdim kararımı ben. Beni boğan düşüncelerden , el alem ne der korkusundan kurtulmanın, tüm olanlardan uzaklaşmanın en kolay yoluydu belki de. Beynimin ve sindirim sistemimin oksakarbazepin’e karşı vereceği yanıtı düşünürken bir avucu gözlerimi kapatır kapatmaz ağzıma soktum, tadına bile bakmadan mideme indirdim.

Baş parmağımda ki misket boşluğu

Hey çocuk!! Çocukluğu sokaklarda oyun oyanayarak geçmiş şanslı insanlardanım. Baş parmağımda ki misket boşluğu da sanırım bundan. Hala evin hiç bilmediğim bir köşesinde biriktirilmiş sporcu kağıtları tek tanığı o günlerin. Akşam ezanı okunduğunda babam camdan ismimi haykırana dek cami bahçesinde maç yaptığım gün ise dün gibi. Gerektiğinde 1 tane misket , 3 tane taso için günlerce küser, kavga ederdim arkadaşlarım dediğim mahalledeki çocuklarla. Komşunun erikleri daha pirinç tanesi kadarken gizlice toplar kaçardık. Bunun mahalle dilindeki anlamı eriklere dalmaktı . Sonra yine aynı komşunun kümesteki tavukları, boncuklu tabancalarımıza hedef olurdu. Kıçına ve kafasına yediği boncuklarla kümes içinde ordan oraya kaçışan tavuklara baktıkça eğlenirdik. Mahalle maçları olurdu ve o maçları iki mahallenin kızlarıda izlemeye gelirdi. Mahalle kavgaları tamda bu ortamlarda çıkardı. Çünkü kızlar daha o yaşta erkeklerin bir numaralı kavga sebebiydi. Bence gole giderken çelme yiyen 12 yaşında