Ana içeriğe atla

Ben öldüm

Nedir bu etrafımdaki insanların telaşı?Nereye gidiyoruz ? Hem ben neden bu biçimsiz kıyafeti giydim..? Tamam beyazı severim, ama… Telefonum nerde? Sevgilimden mesaj gelmiştir belki. Hadi ama bırakın şakayı.İndirin beni yere!

Tamam! Tamam biliyorum. Ben öldüm. Saydam bir kutunun içindeyim. Buna tabut diyorlar. Yani diyoruz! E tabi artık sizden değilim.

Sahi ya ben gideceğim yerde neyce konuşacağım. Gi-de-ce-ğim yer. Hmmmm  neresi orası peki?
Cennet?Yok artık! Onca günah işledim! Peki cehennem? O da çok ağır olur be! Böyle ara bi form vardır belki. Terleyince cennete kaçarım falan.

“Kim kendisini öldürürse, cehennem ateşinde kendisine onunla azap edilir”

Dün sabah 9 sıraları verdim kararımı ben. Beni boğan düşüncelerden , el alem ne der korkusundan kurtulmanın, tüm olanlardan uzaklaşmanın en kolay yoluydu belki de. Beynimin ve sindirim sistemimin oksakarbazepin’e karşı vereceği yanıtı düşünürken bir avucu gözlerimi kapatır kapatmaz ağzıma soktum, tadına bile bakmadan mideme indirdim. Zaman geçmeden geri kalanları da indirmeliydim yoksa tüm yaşadıklarım boşa gidecekti. İnsanları hastaneye yığıp biraz yoğun bakım altında kalıp midemi yıkatmak istemiyordum. Hem acı çekmek hem de ölememek. Her şey daha da berbat olurdu. İkinci avucu ağzıma götürürken duygusal çarpıntılarım artmış tüm hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçer olmuştu.

Nihayetinde 50 tablette toplam 30 bin mg oksakarbazepin midemden kanıma ve diğer dokularıma geçmeye başlamıştı. Ölmek dediğin 2 bardak su ile 30 tablet hapa bakıyordu. Etken maddenin beynime gitmesine ve uyuşmama sanırım bir beş dakika kadar zaman vardı. Önce midem bulanacak. Çıkarabildiğim kadarını kusarak çıkaracağım ve sonrasında uyuşup öleceğim. Aslında bunu planlamadım ben. Yapmam gereken işlemin adı intihar etmekti ve yollar aradım kendimce. Önce karnıma bıçak sokmak istedim. Hemen vazgeçtim. ‘Çok acıtır o aq’ dedim. Canım çok tatlı olmuştur her zaman. Sonrasında yüksek bir yerden atlamayı düşündüm. Yere çakılmaktan değil de çakılana kadar geçecek vakitte ne yapacağımı bilemediğim için ondan da vazgeçtim. Kafama silah dayasam? ‘Lan bide silah mı bulucam şimdi’ dedim ve kendimce en doğru olduğunu düşündüğüm yolu seçtim ve ilaç içtim. Yeşil reçeteli hasta olmam bu kez işe yaradı sanırım. Mutlu mesut ölebileceğim artık.
Ama bir sorun daha vardı.Beni seven insanlar ne olacak? Bunları düşünmeden mi intihar ettin deme hemen. Düşündüm tabi. Zaten aklımdan çıkmıyor ki bütün bunlar. Az da olsa seviliyorumdur herhalde bir kaç kişi tarafından.  Onların üzüntüsü, az da olsa onlara karşı taşıdığım sorumluluk ne olacak? Ne kadar bencilim ben. Ve ne kadar özgür! Düşündüm bunların hepsini. Çünkü ölmek ciddi bir iştir. Her isteyen intihar edemez hatta bunu deneyemez bile. Daha önce çok denedim ve beceremedim. Oradan biliyorum!

"Hassiktir!"


Babam annemin koluna girmiş.Bana bakarak ağlıyorlar. ‘Lan öldük işte.. hala dram hala gözyaşı’
Babamın ağlayışına birkaç kez daha rast gelmiştim. O ağladıkça benimde ağlayasım gelir her zaman. Çünkü o babadır. Koruyucu, kollayıcıdır. Onun o hale düşmesi içini burkar insanın. Annem ağlayışıyla resmen ortalığı yıkıyor. Ama babam öyle değil. Bu gözyaşları sanki kuruyan kalbimin yüzeyine düşer ve orada ‘coss’ diye ses çıkardıktan sonra tekrar atmosfere karışır etkisi yaratırdı, ruhumun derinliklerinde. Üzülüyorum.


Annem her zaman sulu göz olmuştur. Aslında diğer tüm kadınlar da hislerini sonuna kadar yaşarlar. Sevgisi, kızgınlığı, sevinci, üzüntüsü… Ölesiye sarılırdı bana, okula yollarken. İçtendi, hissederdim. Ama şuursuzca kavga ederdik çok fazla beraber kaldığımızda. Yani sevgisi de kavgası da ağzıma sıçardı benim. Ama annemdi canımdan çok severdim. Bağırsa da bir gün yine kucaklayacaktı beni.
Ama tüm bu insanlara sırtımı çevirdim ve öldüm ben. Araba çarpmadı bana. Tüm bunları ben seçtim. Özgür irade dedikleri bu olsa gerek. Kimse karışmadı. Çünkü ben sessizce öldüm. Amma zırladın demeyin öldüm ben amk. Ötesi var mı?

Eski sevgilim! O gelmemiş. Haberi olmadı herhalde. Neyse başka sefere gelir belki!

Lanet olsun, harbi her şeyi son kez yaşıyorum. Bir daha beni tabuta koyup kıçıma çaput sokmayacaklar mesela. Ya da ölmeden önce ki gibi dost meclislerinde ağzım ayrılana kadar gülemeyeceğim. Hani her şeyden kurtulacaktım intihardan sonra. Bu yavşak saydam kutuda nerden çıktı. Öldükten sonra rahatlayacağım diyordum.

Eski sevgilim 2 gün önce evlendi. O kadar güzeldi ki beyazlar içinde. Yanımda evlilik hayalleri kurar ve boyuna gelinliğinden bahsederdi. Herhalde bahsettiği üzerindeki gibi bir şeydi. Evlendiği adam da iyi bir insan biliyorum. Ama yinede yavşak yavşak gülmesi yok mu beni sinir ediyor. Muhtemelen şu anda balayındadırlar. Baldan bir ayısı var nede olsa artık!  Yine de bugün en arkada dursa ve ray-ban gözlüklerinden bana baksa hiçte fena olmazdı be. Heyy  ne oluyo yahu.şşşş bırakın beni..anneeemm(her zora geldiğimde hala bu kelimeyi kullanıyorum) havaya kaldırıyorlar. Ya iyiydim ben böyle. Baba bir şey desene bunlara. Arkadan gelen seste ne oluyor? Film mi çekiyoruz anasını satayım.

İmamın bet sesi ile bir ahenk oluşturan melodi, zamanı hızlandırıyor. Sesim tükeniyor.2 metre uzunluğunda karanlık bir çukura yatırılıyorum ve çok korkuyorum artık… sesim hıçkırıklarıma karışıyor.

"Ben vazgeçtim amk. Şakaydı len. Daha çok sevin diye yaptım tüm bunları. Daha 22 yaşındayım. Amk imamı bakma öyle bana."


Ve artık gökyüzünün görebildiğim 2 metrekarelik kısmında yer yer beyaz bulutlar hakim. Ne kadar güzel olurdu şimdi körfeze karşı çay içmek, nargile tüttürmek. En çokta onu özleyeceğim sanırım. Ama kötü sona saniyeler kaldı artık. İmam bi ara sesini yükseltip bir şeyler söyledi ve ne olduysa o an oldu. Üzerime, yattığım yerdekine göre daha sıcak kum yığınları dökülüyor, gökyüzü kürek kürek kapanıyordu. Sanki yine bi cam filtreye sahiptim. Gözüme ve burnuma kumlar kaçmıyordu. Açıkça söyleyeyim fiziksel şartları değerlendirdiğimde, öldüğüme şu ana kadar pişman değilim. Hiç acı çekmeden yıkadılar, tozladılar sonra bu kutuya soktular ve buraya kadar getirdiler. Her şey mükemmel! Çaput olayı hariç tabi.
Ama hala kapanmamış olan gözlerime doğru bir kürek kum yığını geliyorken işin rengi değişti.
Yanımda sadece beyaz bi kefen ve son kürek yığının arefesinde babamın terli ve üzgün yüzünün silik fotoğrafını götürüyordum. Son kez göreyim demiş olacak ki eğilmiş süzercesine bakıyor bedenime. Ve sonra o bahsettiğim kum yığını tam suratıma geliyor.

Nefes nefese uyanıyorum. Ev arkadaşım şaşkın bi halde bana bakıyor. "Korktum" diyebiliyorum sadece. ‘çok korktum.’


Yeni bir gün başlıyor dışarıda. Saat 10:03
Günaydın dünya!   22nisan10

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sessiz hikaye

Çıplak ayakları ile yürürken toprağın 5 karış altında keyiflenmiycek misin oğlum? Geniş bahçeeye açılan kapının önündeki sofada sabaha karşı uyandığımda çıplak bedenimin ateş gibi yandığını hissediyordum lakin üzerimde ne bir giyecek elbise ne de örtünebileceğim örtü vardı. Gece tüm ağırlığıyla üzerimdeydi ve beni hala bu düşünce sıcak tutuyordu. Ve sen dün gece yanımda başladığın ve sabaha karşı bitirdiğin hikayeni sırtımdan omuzlarıma doğru yazıp bitirmiştin bile. — Siz kızlar bazen öylesine yaptığımız şeylere dahi doğa üstü anlamlar yüklüyorsunuz. Ama bu biz erkeklerin fecii hoşuna gidiyor.

Rüya'da aşka susamak nedir?

Dünya biz varız diye dönüyo olmasın sakın? "Bir gün bir rüya gördüm . İçinde güzel bi kız vardı. Onun gibi bi kız. Rüyaa gibi." dedim. "Yüzümü gülümsettiğin her anın ardından bu rüyadan uyanmamayı diliycem" dedi tam gözlerimin içine bakarak. Sonra "Yüzünü gülümsetmek tek isteğim olsun isterim belki. Belki sende istersin. Kimbilir belki de dünya biz gülümseyelim diye vardır en başından beri. Ve yine kimbilir dünya şimdiye dek bile bile uzak tutmuştur seni benden. "Herşeyde var bi hayır" demişti kapitalist kahin . Doğruydu belki de..

Portakal

Heyecanını hala ilk günkü gibi hatırladığım ilk kısa filmim. Ve en sevdiğim... Yollar aynı adımlar aynı ama hırpaşlanmış benliklerimiz. Sen ve ben farklıyız artık. Ne kaldı ki geriye, merakım boş umutlar çerçevesinde ruhlarımızın ve bedenlerimizin doygunluğunda bu süreçte bitmiyor mu ilişkimiz yavaş yavaş? Fazla konuşamadık o gün telefonda. Sadece "Nerdesin?" diye sorabildim. "Kütüphanedeyim" dedi ve sustu. "İnsanların içinde rahat olamam biliyorsun. İstemiyorum gelmiycem kütüphaneye dışarıda bekliyorum seni" dedim ve kapattım telefonu. Portakal diyordu ya yazar. Ayrıldığımızda bizde işte o portakal gibi olacağız ikiye bölünmüş, akan suyu gözyaşımız olacak yanaklarımızı yakacak,