Ana içeriğe atla

Baş parmağımda ki misket boşluğu

Hey çocuk!!
Çocukluğu sokaklarda oyun oyanayarak geçmiş şanslı insanlardanım. Baş parmağımda ki misket boşluğu da sanırım bundan. Hala evin hiç bilmediğim bir köşesinde biriktirilmiş sporcu kağıtları tek tanığı o günlerin. Akşam ezanı okunduğunda babam camdan ismimi haykırana dek cami bahçesinde maç yaptığım gün ise dün gibi.


Gerektiğinde 1 tane misket , 3 tane taso için günlerce küser, kavga ederdim arkadaşlarım dediğim mahalledeki çocuklarla. Komşunun erikleri daha pirinç tanesi kadarken gizlice toplar kaçardık. Bunun mahalle dilindeki anlamı eriklere dalmaktı. Sonra yine aynı komşunun kümesteki tavukları, boncuklu tabancalarımıza hedef olurdu. Kıçına ve kafasına yediği boncuklarla kümes içinde ordan oraya kaçışan tavuklara baktıkça eğlenirdik. Mahalle maçları olurdu ve o maçları iki mahallenin kızlarıda izlemeye gelirdi. Mahalle kavgaları tamda bu ortamlarda çıkardı. Çünkü kızlar daha o yaşta erkeklerin bir numaralı kavga sebebiydi. Bence gole giderken çelme yiyen 12 yaşında ki her çocuk kavga edebilirdi. Hele ki birde sevdiği kız onu izliyorsa. Büyük ihtimalle dayak yerdi lakin, amaç birini dövmek değildi zaten…
Dizimde kapanmayan yaralar olurdu o zamanlar. Kabuk bağlamış olurdu ve o kabuk bitip tükenmeden yenisi açılırdı. Ama akşam dizimde eksilen her kabuk parçası mutlu ederdi beni. O zamanlar iyice kurumuş yara kabuklarını soymak kadar zevkli birşey yoktu. Kendisinden birşeyler eksildiği halde mutlu olabiiyordu işte o yaşlarda insan.


Fakat arka mahalleden gelen ve de genelde ayı bozması olan çocuklar (Hakkaten diğer mahallede ki her çocuk ayı bozması olmak zorunda mı?) misketlerimi çaldığında, canım fena yanardı. Kanayan dizimden, soyulmuş derimden ve yediğim dayaktan değerli miydi misketler? Sanırım değerliydi.


O şişman çocukları hala sevmiyorum. lakin dizimde hala belli belirsiz var olan yara izlerimle mutluyum ben. Şu an bile “dizimde açılmış yara” derken burnuma gelir gibi olan tentürdiyot kokusu mutlu ediyor beni. Nasıl olsa her gün temizi ile değiştiriyorum diye annemin yamadığı beyaz çoraplarımda öyle. Sahi ben ne zamandır beyaz çorap bile giymiyorum. Uzun zamandır dizlerim de kanamadı zaten. Hayatımda şişman çocuklar da yok artık. Mahalle maçlarıda yapmıyorum .Aslında bakarsan bir mahallem bile yok. Sadece gönül yaralarım var artık fakat onun da kabuğu bile soyulmuyor.

Yorumlar

Adsız dedi ki…
"gönül yaralarım var artık fakat onun da kabuğu bile soyulmuyor."

Soysak ne olur ki kanka yine kanar yine kanar ...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sessiz hikaye

Çıplak ayakları ile yürürken toprağın 5 karış altında keyiflenmiycek misin oğlum? Geniş bahçeeye açılan kapının önündeki sofada sabaha karşı uyandığımda çıplak bedenimin ateş gibi yandığını hissediyordum lakin üzerimde ne bir giyecek elbise ne de örtünebileceğim örtü vardı. Gece tüm ağırlığıyla üzerimdeydi ve beni hala bu düşünce sıcak tutuyordu. Ve sen dün gece yanımda başladığın ve sabaha karşı bitirdiğin hikayeni sırtımdan omuzlarıma doğru yazıp bitirmiştin bile. — Siz kızlar bazen öylesine yaptığımız şeylere dahi doğa üstü anlamlar yüklüyorsunuz. Ama bu biz erkeklerin fecii hoşuna gidiyor.

Rüya'da aşka susamak nedir?

Dünya biz varız diye dönüyo olmasın sakın? "Bir gün bir rüya gördüm . İçinde güzel bi kız vardı. Onun gibi bi kız. Rüyaa gibi." dedim. "Yüzümü gülümsettiğin her anın ardından bu rüyadan uyanmamayı diliycem" dedi tam gözlerimin içine bakarak. Sonra "Yüzünü gülümsetmek tek isteğim olsun isterim belki. Belki sende istersin. Kimbilir belki de dünya biz gülümseyelim diye vardır en başından beri. Ve yine kimbilir dünya şimdiye dek bile bile uzak tutmuştur seni benden. "Herşeyde var bi hayır" demişti kapitalist kahin . Doğruydu belki de..

Portakal

Heyecanını hala ilk günkü gibi hatırladığım ilk kısa filmim. Ve en sevdiğim... Yollar aynı adımlar aynı ama hırpaşlanmış benliklerimiz. Sen ve ben farklıyız artık. Ne kaldı ki geriye, merakım boş umutlar çerçevesinde ruhlarımızın ve bedenlerimizin doygunluğunda bu süreçte bitmiyor mu ilişkimiz yavaş yavaş? Fazla konuşamadık o gün telefonda. Sadece "Nerdesin?" diye sorabildim. "Kütüphanedeyim" dedi ve sustu. "İnsanların içinde rahat olamam biliyorsun. İstemiyorum gelmiycem kütüphaneye dışarıda bekliyorum seni" dedim ve kapattım telefonu. Portakal diyordu ya yazar. Ayrıldığımızda bizde işte o portakal gibi olacağız ikiye bölünmüş, akan suyu gözyaşımız olacak yanaklarımızı yakacak,