Ana içeriğe atla

Masumiyet Müzesi

Orhan Pamuk - Masumiyet Müzesi
Kitap yüzünden depresyona gireceğim yemin ediyorum. Belkide çoktan girdim haberim yok! Öncelikle kitabı okumamış olupta, okumayı düşünenlerdenseniz bu yazının devamını okumayın. Kitabı başka birinden falanda dinlemeden gidin,alın ve okuyun.

Bu roman 1975’te bir bahar günü başlayıp günümüze kadar gelen İstanbullu "zengin" çocuğu Kemal ile uzak ve yoksul akrabası Füsun’un hikayesidir. Buraya kadar ki kısım kitabın arkasında zaten yazıyor.
Kısaca özetini şu şekilde yapmaya çalışayım
Romandaki kahramanımızın adı Kemal Basmacı. Yurt dışında eğitim almış, askerliğini bitirmiş, Satsat isminde ki şirketin genel müdürüdür. Bir de kardeşi var: Osman. Basmacı ailesi üç kuşaktan beri tekstil işiyle uğraşan zengin bir aile. Nişantaşı’nda ikamet etmekteler ve İstanbul cemiyet hayatında tanınan, bilinen bir aile. Kemal, yurt dışında eğitim almış, akıllı ve bir o kadarda güzel bir kız olan, Sibel(yazarın anlattığına göre on numara bi hatun görseniz dibiniz düşer :) ile evlenmek üzeredir. Nişan hazırlıkları/evlilik planları yapmaktalar. Bu arada bu çiftin hayatına Kemal’in çocukluk yıllarından tanıdığı(aynı zamanda uzak akrabası) olan fakir bir ailenin kızı, Füsun’un gölgesi düşüyor. Füsun ve Kemal arasında başlayan aşk yıllar sürüyor ve en sonunda mutsuz bir finalle son buluyor. (her ne kadar romanın sonunda Kemal ‘ Herkes bilsin çok mutlu bir hayat yaşadım’ desede, bence mutsuzdur) Türkiye’nin 70’li, 80’li yıllarını hep alıştığımız siyaset penceresinden değil de zengin bir aileye ve apolitik bir kişiliğe sahip birinin gözünden bakmış bu sefer yazar. Kitap Türk burjuvazisini etkin bir biçimde ele alıyor. Öyle ki doğu-batı, şehirli-köylü, kadın-erkek, muhafazakarlık- serbestlik gibi ikilikler kitapta çok ince ayrıntısına kadar incelenmiş ve okuyucuya sunulmuş.
Kitapta okurken altını çizdiğim çok yer oldu ama sanırım sonradan geriye döndüğümde hatırlamak isteyeceklerim alttakilerdir. onlara geçmeden önce birşeyden daha bahsedeyim. kemal füsunu bulmak için onca uğraştıktan sonra, elinde çiçekle füsunu görmeye gidiyor. tamda akabinde biricik sevdiceğinin evli olduğunu öğrenmesin mi? . tamda o anda bu şarkı çalıyordu. 
  • meraktan acı çeker gibi gözüken yüzündeki ” lütfen doğru söyle ” diyen şefkatli ifadenin yerinde, ” lütfen yalan söyle ve beni üzme! ” diye yalvaran bir bakış belirdi.s61
  • ” bana yalan söylemeni isterdim aslında… çünkü insan kaybetmekten çok korktuğu bir şey için yalan söyler ” ” senin için yalan söylüyorum elbette… ama sana yalan söylemiyorum. ama istiyorsan bundan sonra onuda yaparım.’s63
  • ahlak dışı erkek mutluluğu; bir yandan eğitimi, kültürü uygun, aklı başında ve güzel bir kadınla mutlu bir aile hayatını bütün zevkleriyle paylaşırken, diğer yandan güzel, çekici ve vahşi bir kızla gizli ve derin bir aşk ilişkisi yaşayabilme talihi…s133
  • ” yanlış bir yere gidiyorsun kemal. Hepimiz en olmadık kişilere tutuluyoruz… herkes aşık oluyor. ama herkes sonunda düştüğü durumdan kendini berbat etmeden çıkıyor. ” ” bütün o aşk romanları, filmler ne o zaman? ”s239
  • mutluluk, insanın sevdiği kişiye yakın olmasıdır yalnızca.( ona hemen sahip olmamız gerekmez.)s283
  • ikide bir şarkı söyleyen bütün o salak aşıklardan, hizmetçi kızken bir günde şarkıcı olabilen başörtülü ama dudakları boyalı köylü kızlarından bıkmıştım.(türk filmlerinden sıkıldığı anlar)s294
  • saat 13:40’ta hesabı ödeyip kalkmış, çukurcuma yokuşunu iniyordum. midemde öğle yemeği, ensemde güneş, aklımda aşk, ruhumda telaş ve kalbimde de sızı vardı.
  • ” daha basit bir şey olamaz mı? Çok güzel sevişiyorduk, sonra ona takıldım…. Aşk böyle bir şey. Birde derin ve anlamlı hissediyorsun, bu dünyaya, bu aleme ait. Sizinle ilgili bir şey değil! ”

Yeşilçam sinemasını yani eski türk filmlerini seven birisi olarak, kitabı okurken hikayenin kafamda akan kurgusu (ki zaten Pamuk özellikle film tadında anlatmış. koy oyuncuyu oynasınlar, o derece iyi) izlediğim en güzel türk filmiydi diyebilirim. Ümüümü(boğazımdaki çıkıntı olur kendisi) sıktı ve beni yok yere sıkıntıya strese gark etti. zaten kitabın kapağındaki fotoğraftan bu belliydi.
kitapta nişan isminde bir bölüm var ki çok feci. Kemal ile Sibel’in nişanı ve füsun’da davetli. Kemalin gözleri bütün gece füsunu arıyor, birileriyle dans edip etmediğini gözetliyor, Sibel ile dans ederken Füsun’un kıskanıp kıskanmadığını anlamaya çalışıyor. Anlayacağınız tam Aşkı Memnu =) gecenin ilerleyen saatlerinde öle bir an geliyor ki kemal, sibel ile füsunun ortasına oturuyor ve 3’ü muhabbet ediyor. tam orda bana göre kıskançlık, aşk ve enayi yerine konma(sibel) adında 3 tane major duygudurum söz konusu.
kitabın diğer bir bölümü(yaklaşık belkide kitabın yarısı), deyim yerindeyse Kemal’in yüzsüzlük dönemi. 8 sene süren bu dönemde Kemal haftada yaklaşık 4 kere Füsunların evine gidiyor, ona yakın olmaya çalışıyor, onu yeniden kazanmaya uğraşıyor ve gece geri evine dönerkende füsundan bir şeyler çalıyor. Çalıyor derken harbiden çalıyor. Çaldıkları arasında tarak, toka, ruj, kültablası gibi normal şeylerin dışında toplamda dörtbin küsür tane sigara izmaritide var. Tam psikopat, tam yüzsüz. Artık ilk zamanlardan sonra çaldığı şeyin yerine para bırakmaya başlıyor ki durum iyice vahim bir hal alıyor.
benim kitabın karakterlerini çok fazla benimsememin sebeplerinden biride müze olayı sanırım. Olayı mükemmel bir gerçekçilikle anlatıp, romanda kemalin kurduğunu anlattığı müzenin günümüz İstanbul’unun Çukurcuma’sında var odluğunu bilmek sanki kemalinde hala o çevrede dolaştığını, soluk aldığını, acı çektiğini düşündürüyor.
yazarın kitapla ilgili röportajının yer aldığı videoyuda paylaşmak istiyorum. bu 1.bölümü olmakla birlikte devamı seri halinde sitede mevcuttur.

sağlıcakla kalın 11 Eylül 2010


... ve kitabı okuduktan aylar sonra gerçekten var mı diye sokaklarını arşınladığım Cihangir'de buldum Masumiyet müzesini. ve bu fotoğrafta oraya aittir.
Masumiyet Müzesi - İstanbul
Ekim 2010 - Halen İnşaat halinde olduğundan içeri giremedim

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sessiz hikaye

Çıplak ayakları ile yürürken toprağın 5 karış altında keyiflenmiycek misin oğlum? Geniş bahçeeye açılan kapının önündeki sofada sabaha karşı uyandığımda çıplak bedenimin ateş gibi yandığını hissediyordum lakin üzerimde ne bir giyecek elbise ne de örtünebileceğim örtü vardı. Gece tüm ağırlığıyla üzerimdeydi ve beni hala bu düşünce sıcak tutuyordu. Ve sen dün gece yanımda başladığın ve sabaha karşı bitirdiğin hikayeni sırtımdan omuzlarıma doğru yazıp bitirmiştin bile. — Siz kızlar bazen öylesine yaptığımız şeylere dahi doğa üstü anlamlar yüklüyorsunuz. Ama bu biz erkeklerin fecii hoşuna gidiyor.

Rüya'da aşka susamak nedir?

Dünya biz varız diye dönüyo olmasın sakın? "Bir gün bir rüya gördüm . İçinde güzel bi kız vardı. Onun gibi bi kız. Rüyaa gibi." dedim. "Yüzümü gülümsettiğin her anın ardından bu rüyadan uyanmamayı diliycem" dedi tam gözlerimin içine bakarak. Sonra "Yüzünü gülümsetmek tek isteğim olsun isterim belki. Belki sende istersin. Kimbilir belki de dünya biz gülümseyelim diye vardır en başından beri. Ve yine kimbilir dünya şimdiye dek bile bile uzak tutmuştur seni benden. "Herşeyde var bi hayır" demişti kapitalist kahin . Doğruydu belki de..

Portakal

Heyecanını hala ilk günkü gibi hatırladığım ilk kısa filmim. Ve en sevdiğim... Yollar aynı adımlar aynı ama hırpaşlanmış benliklerimiz. Sen ve ben farklıyız artık. Ne kaldı ki geriye, merakım boş umutlar çerçevesinde ruhlarımızın ve bedenlerimizin doygunluğunda bu süreçte bitmiyor mu ilişkimiz yavaş yavaş? Fazla konuşamadık o gün telefonda. Sadece "Nerdesin?" diye sorabildim. "Kütüphanedeyim" dedi ve sustu. "İnsanların içinde rahat olamam biliyorsun. İstemiyorum gelmiycem kütüphaneye dışarıda bekliyorum seni" dedim ve kapattım telefonu. Portakal diyordu ya yazar. Ayrıldığımızda bizde işte o portakal gibi olacağız ikiye bölünmüş, akan suyu gözyaşımız olacak yanaklarımızı yakacak,